Savunma sanayi dediğin şey, yalnızca çelik ve barutla ölçülmez. Bir milletin vicdanı, üretim bandında da kendini belli eder. Baykar meselesi tam olarak budur.
Haluk Bayraktar Ukrayna’da konuştu, Parlamenter Yazarlar Birliği Başkanı Aydemir burada yorumladı; ama esasında aynı cümlenin iki tarafıdırlar: “İlke olmadan teknoloji, ruhsuz bir makinedir.”
Savaşın ortasında bir seminer düzenleniyor; adeta mermiyle akademi iç içe geçmiş. FPV dronelar, dolanan mühimmatlar, yapay zekâ destekli top mermileri… Hepsi bir yana, asıl mesele şu: Üretemeyen bir ülke konuşamaz. Seri üretim yalnızca bir ekonomik gereklilik değildir; varlık göstergesidir.
Önceki dönem Milletvekillerimizden İbrahim Aydemir’in vurguladığı “milyon üretim” ifadesi kulağa mühendisçe gelebilir ama aslında millî bir manifestodur. Çünkü Türkiye, yüzyıllarca fikir üretmiş ama çoğu zaman o fikri somutlaştıracak endüstriyel kudreti bulamamıştır. Şimdi o denge kuruluyor.
Bir de şu var: Bayraktar ailesi teknoloji üretmiyor, tarih yazıyor. Çünkü ürettikleri şey demir değil, direniştir. Ukrayna’ya gönderilen her İHA bir metal parçası değil, adaletin havalanan hâlidir.
Bu yüzden Aydemir’in “millî vicdanın sesi” tespiti romantik değil, gerçektir. Çünkü bu vicdan, savaşın ortasında bile mazlumun yanında durmayı seçiyor.
Dronelar uçuyor, kameralar izliyor, algoritmalar hesaplıyor ama hepsinin üstünde bir şey var: insan. Ve o insanın elinde tuttuğu kumanda, yalnız bir araç değil, tarihle bağ kurduğu bir semboldür.
Şimdi düşünün, bir mühendis drone tasarlıyor, bir politikacı bunu değerlendiriyor. Fakat ikisi de aynı ruha sahip: Üreten Türkiye.
Sözün özü, Baykar’ın Ukrayna’ya uzanan eli, teknolojinin değil, tarih bilincinin elidir.
İbrahim Aydemir bunu “vicdanın sesi” diye tarif etti; belki de en doğru kelime budur. Çünkü o ses, yalnız gökyüzünde değil, üretim bandında da yankılanıyor.